Keşfedilmemiş Bir Dadı: Vivian Maier

Recep İlkbahar
13 min readOct 14, 2015

--

Hayatı maddi sıkıntılarla geçmiş, hiç evlenmemiş, hiç çocuk sahibi olmamış fakat birçok çocuğa annelik yapmış bir sanatçı düşünün. Üstelik kimse tarafından bilinmeden ve çoğu eserini göremeden, yaşlılığını sefalet içinde geçirdiği bir bankın yanı başında, tüm hallerini yansıttığı insanlardan uzak, bu dünyaya sessiz sedasız veda etmiş. Tarihin en yetenekli dadısı, çoğu otoriteye göre de çağının en başarılı fotoğraf sanatçılarından, Vivian Maier.

Hayatı boyunca hiç sağlık sigortası yaptırmadığını öğrenen iş vereninin “bunları dert ediyor musun,” sorusuna “fakirler ölmek için çok fakirler,” diyebilecek kadar içinde bulunduğu durumu kabullenebilmiş bir sanatçıdır Vivian Maier. Üstelik tükenmez bir tutkuyla, sürekli üretim yaptığı sanatında çok başarılı olduğunun da farkındadır. 1926 yılında New York’da dünyaya gelen fotoğraf sanatçısının, ölümünden sonra nasıl keşfedildiğini, fotoğraf tutkusunu, nasıl bir ortamda sanatını icra ettiğini, iç dünyasını ve binlerce fotoğrafından sadece çok azını birlikte inceleyeceğiz.

24/Eylül/1959, New York

Ve John Maloof Kutuyu Aralar

2007 kışı… Şikago’da bir müzayede salonu… Yazdığı bir tarih kitapçığı için Şikago’daki Portage Park’ın eski fotoğraflarına ihtiyaç duyan John Maloof adlı genç, müzayede salonundan, içi eski fotoğraf negatifleriyle dolu olan kutuyu satın alır. Kutuyu eve götürüp inceleyen genç, içindekilerin değerli fotoğraflar olduğunu anlar, hatta kutunun üstündeki ismi Google’da aratır, fakat hiçbir sonuca ulaşamaz. Kitapçık için aradığı parkın fotoğraflarını da bulamayınca, kutuyu bir kenara koyar ve hayatına devam eder.

Aynı zamanlar… Şikago’da yeşillikler içinde iki kişilik bir bank… 81 yaşında bir kadın, kirasını bakıcılığını yaptığı son ailenin ödediği bir evde, sefalet içinde, çöpten bulduğu yiyecekler ve etraftaki insanların yardımlarıyla hayata tutunmakta ve yeşillikler içindeki banka gidip saatlerce oturmaktadır. Hayatı boyunca olduğu gibi yalnızdır ve artık ölümü beklemektedir.

İki sene sonra… John Maloof bir kenara koyduğu kutuyu tekrar gün yüzüne çıkartır ve fotoğrafların bir kısmını kendi imkanlarıyla basmaya başlar. Herbir fotoğraf baskısında, fotoğrafların sahibine duyduğu hayranlığın arttığını söyleyen Maloof, daha ciddi bir çalışma yapması gerektiğinin farkına varır. Bastırdığı ve taradığı fotoğrafları Flickr üzerinden ve blogundan yayınlamaya başlayan Maloof beklemediği bir ilgiyle karşılaşır.

Aynı zamanlar… Aylar önce, muhtemelen sürekli oturduğu banka doğru gitmeye çalışan yaşlı kadın buzda kayarak kafasını çarpmıştır. Hastaneye kaldırılır fakat tam iyileşemez. Hem yaşlılığın hem de sefaletin getirdiği acılara daha fazla dayanamayarak, 21 Nisan 2009 yılında hayata veda eder; ardında büyük bir bilmece ve binlerce fotoğraf negatifiyle.

Self Portrait, tarihsiz

“Hiçbir şeyin sonsuza dek sürmeyeceğini biliyorum. Diğer insanlar için de bir alan bırakmalıyız. Bu bir döngü. Binersin ve sonuna kadar gidersin. Sonra başkası alır senin yerini. Şimdi de üzerime düşeni yapmak için bunu kapatıp hızla bir sonraki kapıya koşacağım.”

— Vivian Maier

Maloof, yayınladığı fotoğraflara artan ilginin sonucunda, daha geniş bilgiye ulaşmak amacıyla, kutunun üzerinde yazan ismi Google’da tekrar aratır ve kısa zaman öncesine ait bir ölüm ilanıyla karşılaşır. Bunun üzerine harekete geçen genç araştırmacı, çağın en önemli fotoğrafçılarından birinin, belki de ölene kadar gizli tutmayı başardığı sanatçı kimliğini açığa çıkaracaktır. Maloof, Vivian Maier’i bulmuştur. Ona ait olan bütün fotoğrafları toplamaya başlar ve sanatçının bakıcılık hizmetini yaptığı aileler ile tek tek görüşür. Aynı zamanda, ortaya çıkan eserleri, sanat galerilerine kabul ettirebilmek adına büyük bir savaş verir. Tüm bu süreçleri Charlie Siskel ile birlikte belgesel tarzda hazırladıkları Finding Vivian Maier adlı filmde izleyiciler ve Maier’ı merak eden insanlarla buluşturur.

1956

Çoğu Sanatçının Kaderi

Tarihte pek çok sanatçı, ancak ölümünden sonra değer görmüş, el üstünde tutulmuş hatta devleştirilmiş ve metalaştırılmış. En yakın arkadaşı Max Brod’a vasiyet olarak kitaplarının yakılmasını söyleyen Franz Kafka veya hayatı boyunca okurunu arayan, “ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba,” diye soran Oğuz Atay ya da eserleri çok sonradan anlaşılan Van Gogh… Fakat Vivian Maier bunlardan biraz farklıdır. John Maloof’un toparlayabildiği kadarıyla Maier’in 150.000 civarı negatifi ve banyo edilmemiş filmleri ile yüzlerce video kaydı bulunmaktadır ve hiçbir eseri -neredeyse- tek bir kişiye bile gösterilmemiştir! Bu kadar çok üreten, hatta dadılık mesleğini bile, dışarıya çıkmasına kısmen de olsa olanak sağladığı için seçen, sanatına aşkla bağlı biri, neden hiçbir fotoğrafını göstermez ve yeteneğinin bir sır olarak kendisiyle birlikte mezara gitmesine göz yumar? Bunu sanatçının geçmişinde ve çektiği fotoğraflarda aramaktan başka bir yol yok.

Sıkıntılı Bir Yaşam

Maier, sıkıntılı bir çocukluk geçirir. Küçük yaşta babasını kaybeder ve uzun süre Fransız asıllı olan annesiyle birlikte yaşar. Annesini de kaybetmesiyle birlikte ailevi hiçbir bağı kalmayan Maier, bir tekstil atölyesinde çalışmaya başladıktan kısa süre sonra, kendisine ve sanatına zaman ayıramadığı gerekçesiyle işi bırakır ve hayatı boyunca yapacağı mesleği olan dadılığa başlar. Dadılık makyajı altında Maier resmen kendi kişiliğini yaratır ve gizemli bir kadın olarak, ilginç görünümüyle sokaklarda dolaşmaya başlar.

Tarihi belli olmayan bir fotoğrafta Vivian Maier

Sürekli taktığı fötr şapkası, üzerine giydiği bol erkek gömlekleri, ayağındaki asker botları ve Rolleiflex marka kamerasıyla sokaklarda dolaşan sanatçı, neredeyse tanıştığı herkese kendini farklı bir isimle tanıtır. 1949 ve 1959 yılları arasında Fransa’da, Fransız Alplerinde hayvancılıkla uğraşan küçük bir köy olan Saint Julien’de yaşadığı bilinen Maier, yoğun aksanı sebebiyle pek çok işvereni tarafından Fransız bile sanılmaktadır. İçine kapanık tavrı ve kendinden bahsetmeyi sevmeyen kişiliği ile bakıcılığını yaptığı çocukları da yanına alarak şehrin sokaklarını gezer ve insanların en doğal hallerini fotoğraflar. Maier’in en dikkat çekici özelliği ise bir biriktirme hastası (istifçi) olmasıdır. Yaşadığı bütün evleri sokaktan topladığı eşyalar, gazeteler, dergiler ve tabi ki fotoğraf negatifleriyle dolu kutularıyla doldurur. Gündemi ve politikayı takip eden sanatçı, aldığı video kayıtların bir çoğunda, çevresindeki insanlara gündemdeki konularla alakalı sorular da sorar.

Şikago, 1950'ler

Bir kez, politik bir soru yönelttiği kadının cevap vermemesi üzerine; “bir fikrin olmalı,” der, “kadınların söyleyecek bir fikri olmalı diye umut ediyorum.” Eserlerini ve kimliğini herkesten gizleyen, sanki tüm insanlardan saklanmak ve kimse tarafından görünmeden yaşamak isteyen birinden beklenmeyecek derecede sosyal ve dışa dönük bir davranış! Bunun bir tek açıklaması olabilir; Maier çoğu sanatçı gibi, üretim sırasında değişen ve kişiliğini sadece sanatını icra ederken bulan bir karaktere sahiptir. Tıpkı normal hayatlarında utangaç olan oyuncular, topluluk önünde tek bir cümle kuramayan yazarlar ve şairler ya da sahneye çıktıklarında devleşen müzisyenler gibi, Maier de içe dönük yapısını ve herkesten gizlediği karakterini sanatıyla ortaya koyan, sanatıyla var olan ve sanatıyla yaşayan bir değerdir. Bunu destekleyen bir örnek daha var sanırım.

Tam Fotoğraflık Bir Kaza

Maloof’un görüştüğü, Maier’in farklı tarihlerde yanlarında çalıştığı tüm ailelerin söylediği ortak bir şey var ki, o da sanatçının çocukları ne kadar çok sevdiği ve mesleğini büyük bir aşkla yaptığı. Fakat gün yüzüne çıkan bir hikayede sanatçı, mesleği olan dadılık ve çok sevdiği çocukların karşısına, sanatı ve fotoğraf tutkusu çıktığında hiç de beklendiği gibi davranmıyor; ya da bilakis tam da beklendiği gibi davranıyor. Bir gün Maier ve bakıcılığını yaptığı Robbie adında bir çocuk ile onun kardeşi, birlikte sokaklarda dolaşmaktadırlar. Bu ritüel, sanatçının gün aşırı tekrarladığı ve bir nevi sanatını icra ettiği tek anlardır. Hatta Maier’in zaman zaman çocukları unutup sokaklara daldığı ve polisin çocukları tekrar dadılarına teslim ettiği günler bile olmuştur. Fakat o gün, daha öncekilere benzemeyen bir olay yaşanır; karşıdan karşıya geçmekte olan Robbie’ye araba çarpar! O anda herkes telaş içinde koşuştururken Maier fotoğraf makinesine sarılır ve sürekli fotoğraf çekmeye başlar. Olay yerine gelen Robbie’nin annesi gördüklerine inanamaz. Maier, çocuğun annesinin dehşet içindeki bu hallerini bile, hayatı boyunca olduğu gibi büyük bir başarıyla fotoğraflar. İşte Maier için sanatı mevzu bahis olduğunda yapabileceklerinin sınırı olmadığını ortaya koyan ve eline kamerasını aldığında tüm dünyayı unutarak, kendisini fotoğraflarında yaşattığını gösteren bir delil. O, karakterini ancak ve ancak böyle bulabilen, sanatı icra eden değil, sanatın içinde yaşayan bir sanatçıdır.

Robbie ve annesi

Kültürel Aktiviteleri Takip Eden Bir Sanatçı

Sanatına bu denli aşla bağlı olan Maier, bakıcılık yaptığı zamanlar dışında ya sokaklarda fotoğraf çeker, ya biriktirme hastalığını doyuracak materyaller toplar ya da kültürel aktiviteleri takip ederdi. İçinde insana ve insanın doğal anlarına duyduğu hayranlığı, farklı kültürel alanlarda görmek isteği de ancak Maier’in fotoğraflarından çıkarabildiğimiz bir sonuç. Sanatçının sinema filmlerinin galalarına, konserlere ya da sergilere katıldığını çektiği fotoğraflarından anlıyoruz.

‘My Fair Lady’ Filminin Şikago Prömiyer’inde Audrey Hepburn, 23/Ekim/1964
Frank Sinatra, 1960
Şikago, Aralık 1962

Maier’in Fotoğraflardan Yansıyan İç Dünyası

Geçirdiği sıkıntılı çocukluğu ve buradan bakıldığında yoklukla geçmiş gibi gözüken yaşamı ve bakıcılık mesleği, aslında Maier’in kendisine ayırdığı zamanın artmasını ve sanatını icra edecek ortamları bulmasını sağlamış olabilir. Yine fotoğraflarından ve yanında çalıştığı insanların anlattıklarından yola çıkarak, sanatçının iç dünyasına bir pencere açmaya çalışacağız.

Öyle yukarılarda gözü olan birisi değildi. Hiç evlenmemişti. Konuşmaya değer bir sosyal hayatı yoktu. İnsanların peşinden koştuğu şeylere, o pek önem vermezdi. En ufak bir taviz vermemiştir. Ne diliyorsa onu yaptı.

- Zamanında bakıcılığını yaptığı biri

“İnsanların peşinden koştuğu şeylere, o pek önem vermezdi,” diyor uzun yıllar bakıcılığını yaptığı bir kadın. Maier’in modaya, giyime ya da lüks bir yaşama herhangi bir bağlılığı yoktur. O bunları ancak sanatının malzemesi olarak kullanır ve toplumun baskı unsuru olarak dayattığı olgulara bağlılık duymaz. Maier’i biraz daha iyi anlamak için dönemin Amerika’sına yüzeysel de olsa bakmakta fayda var.

Yükselen Yeni Dünya

Büyük Bunalım’ın (1929–1940) ve İkinci Dünya Savaşı’nın ardından başarılı ve demokratik bir Amerika simgesi dünyaya yerleşmeye başlar. Soğuk Savaş’ın etkilerinin ülkeye olumlu yansıması ile birlikte özellikle 1950–1960 yılları arasında Amerika, ekonomik olarak ciddi bir büyüme yaşar. 40'larda esnek bariton sesiyle Sinatra, 50'lerde siyahların müziğini beyazlara sevdiren adam olarak Rock’n’Roll rüzgarları estiren Elvis, 60'larda Beatles, müziği en üst sanat dallarından biri haline getiren önemli isimlerdir. Aynı zamanda gelişen sinema ve 50'lerde başlayan kadın hareketleri ile sinemada doruğa ulaşan Femme Fatale (Tehlikeli Kadın) figürü… Çatışma halindeki beyazlar ve siyahlar… Onların farklı tarzlardaki müzikleri, dansları, kültürleri… İyi giyimli kadınlar, varlıklı aileler, gelişen ekonomi ve tüm dünyanın hayranlıkla izlediği bir Amerika… İşte Maier, ekonomisi hızla büyüyen, bir yandan demokratikleşirken bir yandan da siyah-beyaz ayrımıyla yüzleşen, kadın hareketlerinin çoğalmaya başladığı bir dönemde, sokağın, modanın, kadınların, dilencilerin, siyahların ve daha bir çok kavramın ve insanın en doğal hallerini kayıt altına almaya başlar; kendini hepsinin hem biraz içinde hem de tamamen dışında tutarak, hiçbir kalıba bağlı kalmadan ve cesurca. Maier’in fotoğraflarında gördüğümüz, sürekli gelişen ve büyüyen Amerika’nın arka planındaki bir ‘Yeni Dünya’dır.

1953, New York

50'lerin Valley marka kadın ayakkabılarının önünde, muhtemelen, erkek botlarıyla duran bir kadındır Maier. Ve aşağıdaki fotoğrafta, çocuk mankenlerin çıplak hallerinin karşısında, bakıcılığını yaptığı çocuklarla birlikte dikilir. “Kafası, kolu, bacağı kopuk mankenlere özel bir ilgisi vardı; vitrinde çıplak bir manken gördüğünde de hemen koşar, fotoğrafını çekerdi,” diyor, bakıcılığını yaptığı bir çocuk. Modaya böylesine çıplak, böylesine uzaktan bakar ve bu bakış açısından modayı ve giyimle başlayan tüketim anlayışını eleştirir.

1954, New York

Hayatı boyunca güzellikleri ve çirkinlikleri aynı anda yaşar ve özümser. Kötüye karşı anlayışlıdır; iğrenç manzaralar onu itmez, aksine fotoğraflamak için kendine çeker. İnsanın çirkin yanlarını gözardı etmez; bunun da insanın bir parçası olduğunu bilir, ve dünyanın. Her şey birbirinin karşıtıdır ve karşıtlar ancak bir aradayken anlamlıdır. Aşağıdaki parçalanmış bir kediyi fotoğraflarken de anın tüm gerçekliğini yansıtmıştır Maier.

New York

Bir diğer fotoğrafında sarının canlılığını gösterir sanatçı. Meraklı bakışlarıyla turiste benzeyen insanlarda fazladan bir canlılık, dolu dolu yaşanan bir hayat vardır; kedideki fazladan ölümün aksine.

Şikago, Ağustos 1975

Dönemin sorunlarına da her zaman ışık tutar; özellikle insanla ilgili sorunlara. Siyahlarla beyazlar arasındaki çatışmalara en insancıl cevapları verir; iki tarafın da en doğal hallerini yansıtarak. Bazen de aşağıdaki fotoğrafta olduğu gibi sınıf ayrımını açık bir şekilde vizöründe görür.

New York, 1954

Evsizlere, dilencilere, kimsesizlere her zaman daha fazla yer verir fotoğraflarında. Yükselen Amerika’nın arka planındaki sokakların fotoğrafçısıdır o. İnsanın en doğal anlarını yakalamak için, şehrin en doğal insanlarını yansıtır. “Her şeyi sevenler, her şey tarafından aşağılanırlar, tıpkı bir şehri derinden sevenlerin, detraques’nin (kaçıklar, kafadan kontaklar), fakirlerin o şehrin utancı olmaları gibi; yok olan ihtiyaçların insan vücudundaki kalıntıları misali, gelişmiş bir yaşamın içindeki gelişmemiş bir organ kadar yenik ve anlaşılmazdır faydaları,” diyor, tarzını Maier’e çok benzettiğim ve New York’un sokaklarında karşılaştıklarını hayal ettiğim Amerikalı yazar Djuna Barnes. Maier, şehrin görünmeyenlerini göstermek, belki de göstermeye çalışırken görmek için fotoğraf çeker. Hiçbir zaman yok saymaz onları. Hiçbir zaman da aşağılamaz. Her zaman acıyı ve kederi en yoğun şekilde ve en doğal haliyle verir. Aşağıdaki fotoğrafta ise küçük kız, ya fotoğraf çeken ilginç görünümlü Maier’e bakmaktadır ya da haline üzüldüğü sakat dilenciye. Her iki durumda da, sanatçı, dünyada kalan tek duyarlı varlıkların çocuklar olduğunu gösterir; fark eden, gören ve içerleyen. Belki de bu yüzden mesleği olan dadılığı çok sevmektedir. Aşağıdaki fotoğrafta da sanki Maier, o küçük çocuğun gözünden verir manzarayı; insanların kayıtsızlığını ve dilencinin umutsuzluğunu, sanki o küçük kızın görüş alanından, o saf ve temiz duyguları eşliğinde yansıtır.

Mayıs 1955

Maier, fotoğraflarında insanların birbiriyle olan etkileşimlerini çok iyi bir kompozisyonla yakalar. Anı çok iyi durdurur; bakışları, hareketleri, gölgeleri… Sadece aşağıdaki fotoğraf için bile kaç sayfa hikaye yazılır.

New York, 10 Mayıs 1953

Hiç evlenmemiştir Maier, bilinen bir sevgilisi de yoktur; fakat tüm fotoğraflarından aşka olan saygısı ve belki de ruhunun derinlerinde duyduğu aşk özlemi kendini gösterir.

Florida, 7 Nisan 1960

Çoğu fotoğrafında yolculuk yapan çiftleri yakalar, birbirinin sıcaklığında huzur bulan ve dinlenen çiftleri. Belki de nefret ederdi yalnız yaptığı yolculuklardan. Belki yanı başında bir nefesi, en çok yalnız yolculuklarında duymak isterdi.

Yine aşağıda çok saf bir sevgiyi fotoğrafın dışına yansıtır Maier.

New York, 27/Temmuz/1954

Bakışları yakalar bazen, sadece bakışlardan verir hissettiklerini.

Şikago, 27/Şubat/1963

Bazen de yalnızlığı yakalar, en saf haliyle hissettiği yalnızlığı.

Yeri ve tarihi belli olmayan bir fotoğraf

Kendini ya da gölgesini fotoğrafın baş kişisi yapar bazen, kendi yalnızlığını sert bir çizgiyle hayattan ve canlılıktan ayırdığı aşağıdaki fotoğrafta olduğu gibi. Sanki suyun olduğu sağ taraf canlılıktır, insanlar bir aradadır o tarafta, hayat vardır. Kendi olduğu tarafta ise bir tek gölgesi doldurur hayatı.

1956

Aşağıdaki fotoğrafta ise, hararetle tartışan bir çift ile sakin bir çiftin zıtlığı göze çarpar ve kadınlar açık renk giyinmişlerdir, erkekler koyu. Bu karşıtlık içinde, belki de Maier’in aklındaki imgede kadınlar beyazdır, erkeklerse siyah. Belki de kadınlar aydınlığı temsil eder onun için, erkekler karanlığı.

Şikago

Erkeklere karşı serttir zaten sanatçı. Yanında kaldığı aileler ve baktığı çocukların tam da anlatamadıkları bir durumdur bu. “Sürekli erkeklere karşı dikkatli olmamız gerektiğini, onların sadece seksi düşündüklerini söylerdi,” diyor, bakıcılığını yaptığı bir kadın. Aileler, geçmişinde kötü bir olay yaşandığından, tecavüz benzeri bir durumdan şüphelenirler.

Bu iddialarını da Maier’in diğer bir yanını öne sürerek destekliyorlar. Sanatçının sürekli üçüncü sayfa haberlerini; cinayetlerin, tecavüzlerin, gaspların olduğu haberleri kestiğini ve sakladığını iddia ediyorlar. Belki de ebedi yalnızlığının geçmişte yaşadığı acı bir olayla bağlantısı vardır.

5/Mayıs/1955

Bazen de üçüncü sayfa haberlerini kestiği gazetelerdeki bir olayın izini sürer ve aşağıdaki gibi, olayın fotoromanını yapar.

Şikago

Ya da tek karede verir bütün bir olayı.

Şikago, 21/Aralık/1961

Çocuklar da sıklıkla yer alır sanatçının çalışmalarında. Aileleriyle birlikte olan çocukların fotoğraflarında, çocuklar ön plandadır. Bazen de aşağıdaki fotoğrafta olduğu gibi anne figürünü siyahla, çocuk figürünü ise beyazla verir Maier. Belki de onun dünyasında çocuklar masumdur, ebeveynler suçlu. Belki de Maier’in iç dünyasının en karanlık kısmında erkekler, sonra yavaştan rengin açılmaya başladığı kısımlarda ebeveynler, ardından ise en saf, en şeffaf alanda çocuklar bulunmaktadır.

18/Eylül/1962

Bir diğer fotoğrafta ise çocuğun yanındaki adamın yüzünde bir balon gözükür. Sanki sanatçı sadece çocukları görmek istemektedir.

New York, 26/Eylül/1959

Bazense sadece görmek istediklerini çeker, yalnız, çocukları… Kolundaki saatiyle, bakışlarındaki derinlikle ve yüzündeki kirlerle ne kadar çocuk olabilirse aşağıdaki çocuk, Maier de o kadar çeker fotoğrafını. Belki de kendini böyle görmektedir sanatçı, sıkıntılı geçmiş çocukluğunu yaşayamadığını hissetmektedir.

Sona yaklaşırken, Maier’in çoğu feminist sanatçı gibi kendini sanatının bir yerine monte ettiğini de belirtmekte fayda var. Bir nevi şu sıralar popüler olan ‘selfie’ kavramını 50'lerin Amerika’sında yaratmıştır Maier. Kendisini bir şekilde aynalardan, vitrin camlarından yansıtmıştır.

1953

En çok da gölgesini çeker sanatçı. Aşağıdaki fotoğrafta insanlara olan yabancılığıyla verir belki de dünyaya karşı olan duruşunu.

1971

Belki de lükse ve tüketim toplumuna verdiği bir cevaptır, Volkswagen’in tekerinden yansıyan görüntüsü.

1960

Sanatçının En Büyük Sırrı

Maier’in çalışmalarını bu kadar etkileyici kılan en önemli detay, belki de Rolleiflex marka kamerasında yatmaktadır. Vizörü yukarıda olan bu kamera sayesinde insanların en doğal hallerini, onlara fazla belli etmeden yakalamayı başarır Maier. Bunun da dışında, fotoğraflar alttan bir açıyla çekildiği için daha ihtişamlı eserler ortaya çıkmaktadır. Bunun en güzel örneklerini, beni de en fazla etkileyen fotoğrafları olan alttaki iki eserinde görmek mümkündür.

New York, Eylül 1956
New York, Mayıs 1953

Vivian Dorothy Maier

1956

Böylesine farklı ve böylesine sanatı içine gömülmüş, fakat kendisi ve sanatıyla ilgili en ufak bir sır bırakmadan dünyayı terk etmiştir Maier. Bizlere büyük bir tartışma ve binlerce eser bırakmıştır. Bu günlerde çoğu büyük sanat galerisi Maier’i kabul etmiştir, fakat halen kabul görmediği galeri ve otoriteler de yok değil. Aynı zamanda pek çokları Maloof’u, sanatçının gizli kalmasını istediği kimliğini açığa çıkardığı için de eleştirmekte. Sizler ne düşünürsünüz bilmem ama bana kalırsa Maier de tanınmak, bilinmek, takdir edilmek ve hatta eleştirilmek isterdi. Galerilerde sergiler açmak, otoritelerle tartışmak ve ne olursa olsun çağının önemli bir sanatçısı olduğunu görmek isterdi. Belki içe kapanık yapısı onu engellemiş, belki de beğenilmeme korkusu geri adımlar atmasına sebep vermiştir. Fakat Maloof’a bir teşekkür borçluyuz sanırım. Ne olursa olsun, böylesine önemli bir sanatçının aşağıdaki bankta hayatının son dönemlerini geçirdiğini ve öylece bu dünyadan geçip gittiğini düşünmek insanın yüreğini burkuyor. Vivian Dorothy Maier de tarihteki pek çok sanatçı gibi, ancak ölümünden sonra konuşuluyor ve tartışılıyor.

Kaynaklar:

Tüm fotoğraflar: www.vivianmaier.com

Film: www.findingvivianmaier.com

John Maloof’un Blogu: vivianmaier.blogspot.com.tr

--

--

Recep İlkbahar
Recep İlkbahar

Written by Recep İlkbahar

Entrepreneur, Co-Founder at a Stealth Startup (Blockchain, DAO, NFT) | 🎯 #innovation #tech #art #blockchain #nft | 🎓 YTU Elec. & Comm. Engg.